Sulu Bir Yazı

Yıl 1974. Aylardan haziran. İki önemli olay o günlerde dikkatimi çekiyor. Nasıl çekmesin, birincisi Almanya’da yapılmakta olan dünya futbol şampiyonası, ikincisi ise üniversite sınavları. O yıl ikiden üçe geçeceğiz ve çok önemli sınavlarımız var haziran döneminde. Sınavları kazasız geçirmek için hem tek hem de arkadaşlarla birlikte çalışıyoruz. Arkadaşım o gün erkenden geldi ve çalışmaya başladık, bir an önce konularda ilerleyip, maç saatinde maçı izlemeyi planlıyoruz. O dönem şimdiki gibi her gün televizyonda maç seyredilen bir dönem değil, ülkemize televizyonun yeni girdiği yıllar ve futbol hastaları için bir maç seyretmek hele hele dünya kupası maçı izlemek tarihi bir olay, siyah beyaz bile olsa. Arkadaşımla “Dünya kupası bir kez olur oysa sınava eylülde bir kez daha girebiliriz” diye şaka yapıyoruz. Bunu duyan babam olgun bir tavırla bıyık altından gülüyor ve “Siz içerki odada çalışırken ben televizyona bakarım maç başlayınca size haber veririm” diyor. Biz aklımızı maçtan derse kaydırıp harıl harıl çalışıyoruz. Maç başlama saati gelmiş olmalı diye düşünüyoruz bir süre sonra, ama babam bizi çağırmıyor. Acaba eski kurt çalışmamızı istediği için maç başladığı halde bizi salona çağırmıyor mu? Salona koştuğumuzda maçın, başlama saati geçmiş olmasına rağmen başlamadığını çünkü yağan şiddetli yağmurun sahayı suyla kapladığını ve temizleme çalışmalarının devam ettiğini görüyoruz. Sevinçle içeriye geçip çalışmaya devam ediyoruz, çünkü biliyoruz Allah yanımızda ve hem çalışmamızı hem de maçı izlememizi sağlayacak bir doğa olayı gerçekleşiyor.

Maçın başlaması gerçekten çok üzün sürmüştü o gün çünkü mükemmel bir stat inşa edilmesine rağmen normalden fazla miktar ve şiddette yağan yağmur sahayı kaplamıştı ve sular emilememiş veya kanalize edilememiş, sahaya dolmuş, saha işlevini yitirmişti.

Yıllar sonra bu olayı hatırlamamın nedeni bazen çok fazla yağmur isteyen insanları çevremde görüyor olmam. İnsanlar hep daha çok istiyorlar bir şeyi. Özellikle varlıkla ilgili olanları. Maddi kazanımları daha çok, daha çok ve daha çok. Nereye kadar? Sınırı yok. Daha fazlası olsun da ne kadar olursa olsun...

Oysa doğanın kuralları ortada. Su toprak tarafından emildiği kadarıyla yararlı. Fazlası emilemiyor. Toprağın yapısı ne kadar farklı olursa emme kapasitesi farklı olabilir doğru ama hepsi belirli bir yerden sonra ememiyor. Bu halde de taşıyor. Topraktaki faydalı mineralleri veya hayatın özünü alıp götürüyor. Bazen toprağın kendini de alıp götürüyor.

İnsanlar ne yapıyor? İnsanlar daha fazlasını istiyorlar daima. Onun için haklarından fazlasını isteyenler hayatta elde ettiklerine rağmen mutlu olamıyorlar. Doğanın ebedi yasası o suları alıp gittiği gibi paraları çok olsa da bazı şeyleri onlardan alıp götürüyor.

Daha fazlasını istemek kötü değil ki diyebilirsiniz. Ama daha fazlaları nasıl kazanmaya çalıştığımıza ve o fazlalarla ne yaptığımıza bağlı değil mi? Daha fazla kazanmak için fazla mesai yapabilirsiniz ama fazla mesaide kitap okur ya da akşam internette oyun oynarsanız o fazlanın size yararı olmaz.

Daha fazla kazanmak için çalışanınızın hakkettiğini vermezseniz o kazandıklarınızın size katma değer vereceğini hayal etmeyin bile.

Daha fazla elde etmek için evraklarda tahrifat yaparsanız kazandığınız nereye gider sizce?

Daha fazlasını elde etmenin yolunun verginizi ödememek, sigortasız işçi çalıştırmak veya bazı çalışanları asgari ücretten gösterip farkı açıktan vermekten geçmediğini sanırım biliyorsunuz.

Daha fazlaya ulaşmak için arkadaşınıza evleneceğinizi söylüyorsunuz ve bir süre sonra ortadan kaybolmayı aklınızdan çıkarmıyorsunuz. Elde ettiğinizi kaybettiklerinizle karşılaştırın bakalım.

Daha fazlası için iş arkadaşınızı haksız yere (size göre haklı tabii) suçluyor ve terfi almayı cebe koyuyorsunuz, e ne oldu bakalım?

Hesabı öderken size fazla para üstü veren satıcıdan kazandığınız size yarar getirir mi?

Bu örnekleri hayatın içinde olanları düşündükçe çoğaltmanın mümkün olduğunu sanırım anladınız.

Peki ahlaki veya ahlak dışı elde ettiğimiz daha fazlaları ne yapmalıyız nasıl harcamalıyız?

Bu konuda size bir Hintli Gurunun önerisini sunabilirim: "Para, kayığınıza yavaş yavaş sızan su gibidir. Suyun sizi kaldırabilmesi (kayığınızın batmaması) için içerdeki suları avuç avuç dışarı atmanız gerekir."

Siz siz olun, ne bahçenizi gerektiğinden fazla sulayın ne kayığınıza su doldurmaya çalışın ne de dolan suya bakıp “oh ne ala, ne kadar çok suyum var” deyin. Bu yazı pek sulu oldu galiba, ama ne fark eder; su akar, hayat da akar, demek ki su hayattır.

Fuat Yalçın