National Gallery’de Yangın Çıksa Hangi Tabloyu Kurtarırdım?

Bernard Shaw kendi sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Elbette kapıya en yakın olanını.” Kuşkusuz hem tablonun, hem de kendi canının selameti açısından en mantıklı olanı bu. Shaw’un yanıtı dürüst bir yanıt ve insan doğasına da uygun. Yazının sonunda bu konuya geri dönmek üzere isterseniz şimdi iş dünyasından birkaç tabloya göz atalım:

  • Yöneticiniz sizi yanına çağırdı ve önümüzdeki bir yıl boyunca çok zor bir dönemden geçeceğinizi, dolayısıyla bu süre boyunca mesai saatlerinin dışında çalışmanız gerektiğini söyledi.
  • Yönetim Kurulu toplantısında geçmiş yıl kârı yetersiz bulundu ve Genel Müdür olarak size bunu düzeltmek için son bir dönem daha şans tanındığı, eğer daha fazla kâr elde edemezseniz bunun işinizi kaybetmek anlamına geleceği uygun bir dille anlatıldı.
  • Depo Sorumlusu maliyetlerin çok arttığını, şirketin zarar ettiğini bu nedenle de işten çıkartılan takım arkadaşının yerine yeni bir kişinin alınmayacağını, artık yüklemeleri tek başınıza yapmanız gerektiğini söyledi.
  • Okul Müdürü sizi çağırarak, okulun zarar ettiğini ve bu yıl kırk saatin üzerinde derse girmeniz gerektiğini söyledi.

Örnekleri çoğaltabiliriz ancak farklı sektörler ve unvanlarda aynı durumun geçerli olabileceğini anlamak için bu kadarı yeterli olur sanırım. Yukarıdaki örnekler herkese tanıdık gelmiştir, belki de birkaç gün önce buna benzer bir konuşmaya tanık oldunuz. Pek çoğumuz böyle bir durumda canımız sıkılsa da, üzülsek de -başka bir seçeneğimiz olmadıkça- bunu kabulleniriz.

Şimdi de tersten gidelim:

  • Bir çalışanınız yanınıza gelip, bu yıl özel okul fiyatlarının çok arttığından dert yanarak, iki çocuğun okul masrafının kendi maaşını geçtiğini, artan maliyetler nedeniyle de zam istediğini söyledi.
  • Okulunuzdaki öğretmenlerden birisi bacaklarındaki varis nedeniyle derslerde çok zorlandığını, bu nedenle bir yıl sürecek tedavi süresi boyunca kendisine haftada yirmi saatten fazla ders verilmemesini istedi.
  • Depoda çalışan bir işçi, şirketin geçen yıl çok yüksek kâr elde ettiğini gazetelerden okuyup çok sevindiğini, depoya bir işçi daha alınarak kendisinin de artık daha rahat çalışmak istediğini belirtti.

Bu örnekleri de çoğaltabiliriz.

Birinci gruptaki okurken, “Olmayacak şey değil” derken, ikinci gruptaki okurken gülümsediniz değil mi? Belki de “Yok artık, daha neler” diye geçirdiniz içinizden. Hemen kendinizi patronun yerine koyup “Bana mı sordun çocukları özel okula verirken?”, “Bizim okulda ders saatleri senin varisine göre belirlenmiyor.” veya “Şirket depodaki işçiler yan gelip yatsın diye kâr etmiyor.” dediniz. Oysa ilk grupta ne maliyet artışını, ne de zararı bu kadar sert biçimde sorgulamıştınız.

Çalışanlar, işsiz kalma korkusu ve yönetimden gelen maliyet baskısı altında giderek işletme yanlısı bir düşünceye yöneliyorlar. Yukarıdaki örneklerin hiçbirisine hak vermek ya da karşı çıkmak zorunda değiliz ancak her görüşe -nereden geldiğine bakmaksızın- aynı mesafede olmamamız için de bir neden yok. Çalışanların yalan söyleyebildiği gibi işverenin de yalan söylemesi mümkün. İşverenin maliyetlerinin arttığı gibi çalışanların maliyetlerinin artması da.

Başlığa geri dönersek, bir yangında başkasının değil kendinizin en değer verdiği şeyi kurtarmaya bakmakta hiçbir sakınca yok. Her şeyden önce insanın doğası bunu gerektiriyor.

Burak Kaya

Not: Özgüven ve Özdeğer Eğitimine katılarak bu konudaki yetkinliklerinizi artırabilirsiniz. OffCourse'la dünyanın her yerinde, kişisel bilgisayar, tablet veya akıllı telefonunuz üzerinden eğitim alabilirsiniz.