“Düşmanların mı var? Demek ki Bir Şeyler İçin Mücadele Etmişsin”

Winston Churchill’in bu sözüne katılmamak olası değil. Elbette düşman sahibi olmak iyi bir gösterge değil ancak görüşleriniz, düşünce yapınız veya değerleriniz nedeniyle herkesle olmasa bile bazı kişilerle ciddi bir uyuşmazlık yaşıyorsanız bunun için kendinizi harap etmenize de gerek yok.

Karakterli bir duruş sergilemek ve düşünceleriniz için mücadele etmek konusuna gelmeden önce bunu yapamayan kişilerden iki farklı örnek vermek istiyorum.

Herhangi bir konuda hepimizin hayatında örnek aldığı, taklit ettiği kişiler vardır. Elbette beğendiğiniz kişileri örnek almakta bir sakınca yok ancak bazı durumlarda örnek aldığınız kişinin gölgesinin altında kalabilirsiniz. Eğer örnek aldığımız bir kişinin eksiksiz her özelliğini, her davranışını beğeniyorsak, sorulduğunda eleştirecek hiçbir yön bulamıyorsak, onu gördüğümüzde içimizden alkışlama veya yoluna kurban olma isteği dışında bir istek gelmiyorsa ölçümleme sistemimizde bir hata var demektir ki bu durum ancak hayranlık veya bir duygusal bağımlılık gibi ele alınabilir.  Bu tür kişilerde kendini değersiz görme, bir tür aşağılık kompleksi, öz güven eksikliği veya geçmişten kaynaklanan düşünsel, duygusal yetersizlikler olabilir. Dolayısıyla böylesi bir hayranlık neden değil sonuç olarak görmek ve kişilikli bir duruş sergilemek için sonucun değil onu oluşturan kompleks veya yetersizliklerin üzerine gitmek gerekli.

Bazen de çevrenizde melek gibi insanlar görürsünüz. Herkes hakkında iyi konuşan, sürekli gülümseyen insanlardır bunlar ama belli bir süre incelediğinizde, bu türden meleğimsilerin ilginç bir şekilde derin arkadaşlıklar yerine ancak yüzeysel arkadaşlıklar kurmuş olduğunu fark edersiniz. Davranışlarının ya da gülümsemesinin sahteliği ona çok sayıda yüzeysel arkadaş kazandırmış ancak bir tane bile gerçek dost kazandıramamıştır. Bu kişiler, ya reddedilirim korkusuyla ya da farklı bir yetersizlik hissiyle gerçek düşünce ve davranışlarını göstermeyerek, yüzlerine herkesin beğenisine uygun sahte bir melek maskesi geçirmişlerdir. Bu tür insanların düşünce yapısı şöyledir: “Eğer birisinin benimle olarak getirebileceği bir eleştiriden çekiniyorsam, en güvenli yol, ona, onun beğeneceğini düşündüğüm şeyleri söylemektir. Mücadele etmek, karşı çıkmak veya eleştirmek yerine onun yolundan gidiyormuş gibi görünmek hiç de fena bir çözüm sayılmaz. En azından başım ağrımaz.”

Kendi düşüncelerinizi, sizden daha yukarıda gördüğünüz bir kişiye emanet ettiğinizde veya düşüncelerinizi karşınızdaki kişinin isteklerine göre şekillendirdiğinizde, aslında altına imzanızı attığınız görüşü geliştirmek yönünde hiçbir katkınız olmayacağını da beyan etmiş oluyorsunuz. Artık sözleriniz kimsede merak uyandırmayacak, hatta bir süre sonra konuşmalarda bile duyulmaz hale geleceksiniz. Kendi adınıza düşünün: Sizi pohpohlayan veya her durumda sizin düşüncelerinize katıldığını söyleyen birisine “Neden?” diye sorar mısınız? Bu çantadaki kekliği avlamak için tuzak kurmak kadar saçma, kendi yazdığınız romanın sonunu merak etmek kadar ahmakça olurdu.

Şimdi örneklerimize geri dönelim. Eğer yukarıdakiler için, birinci durumda “evet ideal olarak gördüğüm kişiler var ama onların da hataları var”, ikincisindeyse “ne herkes bana düşman ne de arkadaş” diyebiliyorsanız, çalışma arkadaşlarınızın ve dostlarınızın şanslı kişiler olduğunu söyleyebiliriz. Sizin kendinize özgü karakteriniz, duygularınız ve bir düşünce sisteminiz var. Dostlarınızı kırmayacağım diye onlara yalan söylemek, sahte davranışlar sergilemek gibi yollara sapmıyorsunuz, görüşlerinizi temsil eden kişilerle uyuşmadığınız yönler olduğunda bunu söylemekten çekinmiyorsunuz. Dostlarınız sizi olduğunuz gibi seviyor ve çalışma arkadaşlarınız, dile getirdiğiniz bir düşüncenin arkasında başka bir şey aramıyor, kısaca dostunuz da düşmanınız da hem size güveniyor, hem de saygı duyuyor.

Son söz olarak Churchill’in sözünü tersten okuyalım: “Eğer bir tane bile düşmanın yoksa, hayatta hiçbir şey için mücadele etmemiş olabilirsin.”

Burak Kaya