“Zayıflar Karar Vermeden Önce, Güçlülerse Verdikten Sonra Kuşku Duymaya Başlar”

Avusturyalı ünlü yazar, gazeteci ve eleştirmen Karl Kraus’un bu sözü üzerine çoğu zaman düşünmüşümdür. İlk bakışta üstünkörü gibi gelebilecek bu söz düşündükçe aslında içinde pek çok doğruyu barındıran bir hazine gibi. Ben bu sözün, çevremizde olup bitenleri anlamak ve kendimizle ilgili bir yön çizerken yararlanmak için çok sayıda ipucu taşıdığına inanıyorum. Öncelikle “Güçlü olmak nedir?” sorusuyla başlayalım. Ben Kraus’un bu sözündeki ‘güçlü’ sözcüğünden bir tıkanıklığı aşmaya, alışılagelmiş olanı değiştirmeye, riskli zamanlarda karar alıp uygulamaya yetecek kadar gücü olan kişileri anlıyorum. Elbette zayıflar da bunun karşıtı, yani değişime, karar vermeye, bir hamle yapmaya gücü olmayan kişiler. Bu noktada ‘güçlüler’ ile ‘zayıflar’ arasındaki en belirgin nitelik farklılığı olarak ‘cesaret’ kavramından söz edebilirdik ancak bizim üzerinde duracağımız ‘kuşku’ kavramı da zaten cesaret eksikliği ile ilgili olduğundan sonuç olarak aynı kapıya çıkıyor.

‘Merak’ ve ‘şüphe’, ilerlemenin, gelişimin ateşleyicisidir. Buradan hareketle çevremize kuşkucu gözlerle bakmanın hiçbir zararı olmayacağını tam tersine eğer bunu başaramazsak pek çok konuda zarara uğrayabileceğimizi söyleyebiliriz ancak Kraus’un söz ettiği şüphecilik tam olarak bu değil. Yani sonuç olarak sorgulamayı, gerçekleri araştırmayı, çok yönlü bakabilmeyi değil de kuruntuyu, evhamlı olmayı getiren bir şüphecilik. “Öğretmenim böyle diyor ama dur bir de şuradan araştırayım” veya “Burada böyle anlatılıyor ama şundan dolayı benim aklıma yatmıyor” gibi cümlelerde yer alan şüphecilik bizi araştırmaya sorgulamaya götürür. Kraus’un söz ettiği türden bir şüphecilik ise daha çok “Bu işi yaparsam başıma kim bilir neler gelir?”, “Ya işler benim düşündüğüm gibi olmazsa” cümleleriyle anlaşılabilir.  Bu sözde anılan şüphecilik kavramını, harekete geçiren bir meraktan ziyade yılgınlığa yol açan türden bir vesvese hali gibi düşünebiliriz.

Bankada çalışırken iş yaşamına birlikte girdiğimiz bir çalışma arkadaşım vardı. İstisnasız hepimiz yaptığımız işten sıkılıyor, bir çıkış yolu bulmaya çabalıyorduk. Çalışma arkadaşım da sağ olsun her fırsat bulduğunda yanıma gelip yeni bir iş, yeni bir yatırım ya da çıkış yolu öneriyordu: “Pansiyonculuk”, “Finans Danışmanlığı”, “İthalat İşleri” gibi birbirinden farklı onlarca iş önerisini ilk duyduğumda, bu tekdüze iş yaşamından bir çıkış olabilir mi diye heyecanlanıyor, ertesi günlerde aynı konuyu açtığımdaysa arkadaşımın ilk günkü heyecanını kaybettiğine tanık oluyordum. Her seferinde “Düşük sermaye ile ithalat işinde girmek doğru olur mu?”, “Turizmin altın dönemi bitmiş”, ‘Finans danışmanlığı vermek için tecrübemiz yeterli mi emin değilim” gibisinden kuşku dolu cümlelerle karşılaşıp arkadaşımın eski önerilerinden vazgeçerek yeni bir limana yelken açtığını görüyordum. Aslında onda eksik olan şey tecrübe ya da zamanlama değil, harekete geçmek gücüydü. Arkadaşım, her önerisinden sonra kendisini durduracak, korkutacak şeyler bulup çıkararak, planından cayıyordu. Harekete geçecek gücü olmadığını gördüğünde bunu kendisine itiraf etmek yerine zayıflığını kendisinden ve çevresinden gizleyecek haklı nedenler bulup, kendi ürettiği kuruntulara inanıyor ve her defasında düşüncelerini gerçekleştirmekten vazgeçiyordu. Planlama aşamasında son derece cesaretli çözümler üreten beyni, iş harekete geçme noktasına geldiğinde risklerin, kuruntuların, yersiz korkuların esiri oluyordu. Aslında her türlü yenilik ve değişime kuşkuyla bakıyordu. Herhangi bir konuda mevcut düzeni değiştirmeye yetecek kadar gücü yoktu. Bir değişimi yaratmak şöyle dursun, kendiliğinden oluşacak değişikliklerden bile korkuyordu.

Eminim siz de kendinizden veya çevrenizdeki kişilerden zayıf veya güçlü tipte benzer özelliklere sahip kişileri gözlemlemişsinizdir. Değişimi yaratanlar ister bir hesaplama sonucunda ister paldır küldür olsun, bir işe atılanlardır. Onlar zamanı geldiğinde doğru veya yanlış demeden o adımı atarlar. Sonradan pişman olsalar veya keşke şöyle yapsaydım deseler de artık ok yaydan çıkmış, at dörtnala koşmaya başlamış, eski düzen değişmiştir. Bu iyi midir, kötü müdür elbette tartışılabilir ancak bizim konumuz o değil. Değişimi ancak bu tipteki güçlü kişiler başlatabilir.

Kendimizi veya çevremizdekileri analiz ederken Kraus’un bu sözünden yararlanabiliriz. Eğer değişim yaratmasını beklediğiniz kişi sürekli olduğu yerde dönüp, kuruntular içinde yerinde sayıyorsa bilin ki her şey değişse bile o kişi değişmeyecektir. Bu tür kişiler var olan düzeni yürütmek konusunda başarılı olabilirler ancak eğer söz konusu olan bir değişim hareketiyse ancak güçlü bir kişinin gölgesinde çalıştıklarında, örneğin değişimi yaratacak bir kişinin ekibinde bir destekçi olabilirler. Harekete geçmek konusunda zayıf olan insanlardan daha fazlasını beklemek, büyük olasılıkla, hem bekleyenlerde hem de beklenen kişide düş kırıklığına neden olacaktır.

Burak Kaya

…………………………..

Eyleme geçmek konusunda eksiklikleriniz olduğunu düşünüyorsanız, “Hedeflere Ulaşmak” eğitimimizle bu konudaki yetkinliklerinizi geliştirebilirsiniz. (OffCourse)