Güvenmek ya da Güvenmemek, İşte Bütün Mesele Bu!

Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün adlı kitabında Üsküdar iskelesinden eve dönüşünü anlatırken vapur iskelesinde bekleşen küfeci çocuklardan söz eder. Vapurdan inen yolcuların paket ve kesekağıtlarını evlerine kadar taşıyıp bahşişlerini alan çocuklardır bunlar. Halikarnas Balıkçısı diğer insanlardan farklı bir şekilde, çarşıdan aldığı öte beriyi çocuklara yükleyip sonra da evin adresini verip onları eve gönderdiğini yazar. İsterseniz Balıkçı’nın kendi kaleminden okuyalım: “Evden çocuklara güvenmememi, onlarla birlikte gelmemi ve yolda onları gözden yitirmememi hep tembih eder dururlardı. İyi ama ben arkamda bir küfeciyle değil – zaten bir insanı ve insanoğlunu eşya taşımakta kullanmak hiç de hoşuma gitmezdi- eve o Şemsipaşa’nın tenha kıyısından yalnız başına gitmesini isterdim. Çocuklara güvenmek hoşuma gidiyordu. Kendilerine güvenişim çocukları o kadar sevindiriyordu ki vapurdan çıkıp göründüm müydü, “İşte geliyor!”, “Ben götüreyim!” diye kıyameti koparırlardı.”

Kısa zaman içinde çocukların hepsi Balıkçı’nın ev adresini öğrenir. Onların eve gidişlerinde bir sorun olmadığını gören Balıkçı da zamanla çocuklara daha fazla sorumluluk yüklemeye başlar. Diyelim vapurdan indikten sonra Üsküdar’dan bir şeyler alınıp eve götürülecekse alışverişi kendi yapmak yerine çocuklara ihtiyaçları söyleyip parasını da onlara verir. Artık küfeci çocuklar önce çarşıdan gerekli alışverişi yapıp sonra da Balıkçı’nın evine götürmeye başlarlar.

Elbette Halikarnas Balıkçısı, çocukların şeytana uyup da kendisine teslim edilen emaneti eve götürmek yerine afiyetle yiyebilecekleri veya kendi evlerine götürebileceklerinin farkındadır. Ancak bu kötü düşünceye odaklanıp çocuklarla kurduğu ilişkiyi görev, sorumluluk, para, ceza gibi kavramların düzeyine indirgemek istememişti belki. Çocuklara bir kötülük yakıştıramadığı gibi eşyalarını teslim ettiği çocuğu arkadan gözetlemeyi de kendisine yakıştıramamış olmalı.

Peki başkalarından daha fazla para vermemesine karşın, çocuklar neden Balıkçı’nın yolunu gözlemektedir? Öyle değil mi, hırsızlık yapmayı düşünmeyen bir çocuk için, eşya sahibinin gözetiminde yürüyüp yürümemenin herhangi bir şey fark ettirmemesi gerekir. Bana sorarsanız çocukların sevdiği şey Balıkçı’nın parasını almak, eşyasını taşımak değil güvenini kazanmaktı. Balıkçı diğer insanlardan farklı olarak, onlara büyük birer adam gibi yapılacak işi söyleyip gerisine karışmıyordu. Adresi bulacaklarına da alışverişi yapacaklarına da güveniyordu. Öylesine bir güven ki takip bile etmiyordu. Çocuklar belki de kendilerine bunca değer veren başkasını görmemişlerdi o güne dek.

Toplumları, işletmeleri hatta aileleri bile ayakta tutan işte bu bakış açısıdır. Balıkçı ile çocuklar arasındaki ilişki, hiçbir denetim firmasının sağlayamayacağı kadar güvenlidir. Kuşkusuz güvenmek bir risk içerir ancak güvensizlik de iş yapan kişinin işi sahiplenmemesi bakımından çok ciddi bir risk taşımaz mı? Ayrıca görevlendirmeyi yapan kişinin zamanını gözetmenlikle öldürmek zorunda kalmamasından ötürü bir kazanç da yaratmaktadır. Ancak hepsinden çok daha önemlisi Balıkçı ve küfeci çocukların bu şekilde mahallelerini daha güzel, daha yaşanabilir kılıyor olması. Çocukların küfeciliği bile sever hale gelmesi. Tam tersini düşünün, isterse dünyanın en güzel işi olsun, her adımınızın izlendiği bir işi kim sever ki?

Halikarnas Balıkçısı çocuklara duyduğu güvenin karşılığını almış, çünkü çocuklar Balıkçı’yı bir kez bile olsun aldatmamışlardır. Balıkçı küfeci çocukları şöyle anlatır: “Üsküdar İskelesinin o kalabalık küfeci çocukları ara sıra gözümün önüne gelir şimdi. Dünya onlar gibi olsa ne polise, ne adliyeye ve ne de hapishaneye gerek kalırdı.”

Burak Kaya

Not: İletişim ve İlişki Yönetimi Eğitimine katılarak bu konudaki yetkinliklerinizi artırabilirsiniz. OffCourse'la dünyanın her yerinde, kişisel bilgisayar, tablet veya akıllı telefonunuz üzerinden eğitim alabilirsiniz.