Askerde Taze Fasulye Ayıklamak
Bugün sıra bizde. Akşam yemeğinden sonra bizim takım hep birlikte mutfağa gidecek. Tüm taburun yarınki yiyecekleri bugünden hazırlanmalı. Diğer bölüklerden gelenlerle birlikte geniş ama kapalı bir mekana yerleştik ve hep birlikte işe başladık. Ertesi gün fasulye çıkacak. Bizim takımın görevi de fasulyelerin iki başındaki sapları koparmak ve ikiye böldükten sonra masaların yanında duran dev kazanlara atmak. Önümüzdeki korkutucu fasulye tepesini devirmek için coşku ile çalışmaya başlıyoruz. Birlikte bir iş başarmanın verdiği haz daha sonra anlatılan fıkralar ve tutturulan hareketli türkülerle neşeye doğru büyüyor. Arada bir söylenen hüzünlü şarkılar hızımızı kesmiyor, işlemi tamamlanan fasulyeler kazana yollanıyor. Ellerimiz bilinçsiz hareketlerle çalışırken ilk tepe yok oluyor ilk kazan da dolup yollanıyor. Bu arada fasulyelerin kırılırken çıkardıkları sesler şarkıların fon müziği sanki. Fasulye tepeleri bitmek bilmediğinden normal akşamlarda yatma saati olan saat geldiğinde biz hala fasulye ayıklıyoruz. Bu arada çatlak sesler çıkmaya başlıyor ve fasulyelerin başları koparılmadan yalnızca ikiye bölünerek kazan atılmasını iddia eden ve böyle yapan bir grupla şiddetli şekilde tartışmaya başlıyoruz. Çünkü ilkelerimiz var ve tüm tabura karşı haksızlık yapmış olacağımızı düşünüyoruz. Dakikalar geçiyor saatlere doğru döndüğünde bir çoğumuza uyku basıyor tüm günün yorgunluğu sessizce fethediyor vücutları. Ama fasulye yığınları bittikçe yenileri geliyor. Homurdanmalar yakınmalar faydasız fasulye yığınları bitmek bilmiyor. Ancak fasulyeleri geldiği gibi kazana atarsak biter yoksa sabaha kadar çalışırız diyor birileri. Tartışmalar gittikçe uzuyor büyüyor. Bir süre önce benimle aynı fikirleri paylaşan ve diğer gruba karşı ilkelerimizi savunduğumuz arkadaşımla gırtlak gırtlağa geliyoruz o da fasulyeleri geldiği gibi atmak taraftarı, ‘aksi takdirde bitmeyecek’ diyor şimdiye kadar birbirimizle hiç konuşmadığımız ton ve biçimde.
Üzerinden yirmi yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen bu olayı unutamıyorum. Düşüncelerimiz ilkelerimiz bizim için önemlidir ama fiziksel durumumuz ve koşullarımız değiştikçe biz de yorgunluğa uykusuzluğa karşı kendimizi savunabilmek adına belki de onlara yenik düştüğümüz için ilkelerimizden ödün verebiliriz. Yorgunluk dışında diğer çevre koşulları da bizi etkileyebilir. Gürültüden kurtulmak, yağmura yakalanmamak için alışkanlıklarımızı değiştirebilir, ilkelerimizi bir kenara bırakabiliriz; onları unutabilir ya da yok sayabiliriz.
Dış koşulların başka bir türü de başka insanlarını etkisi veya söylemleri olabilir. Bir çok insan size yeni bir görüş, yeni bir öneri ya da yeni bir fikir sunabilir. Kimi zaman bu fikirleri kendilerine bir çıkar sağlamak, üstünlüklerini kanıtlamak gibi bencil nedenlere dayansa da bazen yalnızca bilgi aktarmak ya da bizi bazı tehlikelerden korumak amacıyla da söylenebilir.
Her ne şekilde olursa olsun ve hangi amaçla söylenmiş olursa olsun dış fikirlerin bizim üzerimizde bir etkisi olur. Bazen ufacık bir söz, bir bakış, bir mimik moralimizi bozabilir günümüz zehir olur. Bazen bir dokunuş, bir güler yüz bizi motive eder; dünyanın ne mutlu ve yaşanası bir yer olduğunu düşünürüz. Bu gibi etkilenmelerin en önemli belki de ayırt edici özelliği bu sözlerin kimin tarafın söylendiğidir. Değer verdiğimiz, önemsediğimiz, sevdiğimiz veya saygı duyduğumuz kimselerin sözleri biz daha çok etkiler.
Herhangi bir ortamda karar vermemiz gerekiyorsa, fiziksel koşulların normal olmasına dikkat etmeliyiz. Olumsuz koşullar altında vereceğimiz kararlardan pişmanlık duymamak için ya kararı ertelemeli ya normal koşulların oluşmasını beklemeliyiz. Başka insanların fikirlerini de sağduyu süzgecinden geçirmeli, beyin filtremizde yıkamalı ve düşünce makinemizin düğmesine bastıktan sonra karar vermeliyiz. Öte yandan bizim söylediklerimiz ve davranışlarımızdan ve sözlerimizden karşımızdakilerin etkileneceğini de unutmamalı, ağız makinemizden önce beyin motorumuzu çalıştırmalıyız.
Fuat Yalçın