Taşa Çarpma İz Olur

Altmış dokuz Anadol’la yola koyulduğumuzda yıl 1976 idi. Üniversiteyi bitirmeye hazırlanan beş arkadaş yaz tatilimizi yapmak üzere çadırlı yolculuğumuza çıkmıştık. Bodrum, Marmaris derken yolumuz Fethiye’ye düşmüş oradan da Ölüdeniz’e doğru yol alıyorduk. Aracımızla Fethiye’den birkaç km sonra rampaları tırmanırken yol birden daralmış, kırmızı toprakları güçlü kollarıyla delmeye çalışan iş makinelerinin arasından geçmeye çalışırken, yamaçlardaki eğik çam ağaçları bize gölge yapıyordu. Durmuş, yolu nasıl aşacağımızı düşünürken, su fokurdatmaya ramak kalmış arabamıza ve bize göz atan bir yöresel işçi: “Siz gençleer kuvvatli görünüyonuz, itiveesiniz taksiyi, rampayı geçeesiniz, ondan sonrası kole olur, aşağı koyveedin mi iniveeisin Koya doru”.

Ölüdeniz ve öncesindeki koya tepeden bakarak inerken çevrenin güzelliği bize yolarda yaşadığımız güçlükleri, araba itmelerini, terlemelerimizi, zorlanmalarımızı unutturtmuştu. Sahilde dolaşıp denize girdiğimizde ise ölü denizde değil hatta öteki dünyada ya da sanal bir gerçeklikte değil, canlı bir cennet denizinde bulunduğumuzu görüyor ve duyumsadıklarımızla bu gerçeği yaşıyorduk. Koyun ağzına uzanan hani o TURKEY posterlerinden tanıdığımız maviden yeşile uzanan renklerin birbirine karıştığı iki koyu birbirinden ayıran mükemmel ağza denizden çıkartma yaptığımızda ayaklarımızın dibinde uzanan çakıl taşları bize altından daha değerli görünüyordu. Hayranlıkla bakarken o rengarenk taşlara onlardan birkaç tane elimize almadan yapamadık. Sonra bu güzelliğe ebediyen sahip olmak üzere bu harika parçalardan seçtiğimiz pırlantaları çantalarımızın kenarına koyduk.

İstanbul’a geldiğimde sevdiklerime göstermek üzere taşları çantadan çıkarttığımda ilk düş kırıklığını yaşamıştım. Birkaç gün sonra ise o canım taşların tümden solan renkleri ve canlılıkları gitmiş Ölüdeniz’deki görüntülerinden hiçbir eser kalmamıştı. Terkos suyu ile canlandırma harekatı ise nafileydi.

Bazen bir şey çok hoşumuza gider ve ona sahip olmak isteriz. Bu bir belge bir eşya, bir araba olabilir. Ama o ait olduğu yerden kalkıp bize ait bölgeye geldiğinde aynı güzellikte kalacak mıdır? Bu bazen ilk gördüğümüzde bizi çarpan bir çiçek de olabilir. Ama bizim ortamımıza girdikten sonra ne olacaktır? Biz ona gerekli bakım ve ihtimamı gösterebilecek miyiz? Bizim yüksek sesle müzik dinleme alışkanlığımız çiçeğe ne tür bir etki yapacaktır? Ya hayvanlara ne demeli? O çok sevip beğendiğiniz doyasıya oynadığınız, ilk görüşte hemen “bunu alıp eve götürmeliyim” dediğiniz köpek. O, eve gelince neler olacaktır? Sokaklarda koşup oynamak ve diğer doğal içgüdülerini evin içine kısılıp kalınca ne kadar kendisi olacaktır, ne kadar sizin ilk görüp beğendiğiniz o sevimli hayvan?

Bazen bir toplulukta yeni bir kişiyle tanışırız, ilk aşamada o kısıtlı sürede hoş bir sohbet veya o anki ortak noktaların vermiş olduğu ivme sayesinde bu kişi ile sıkı bir dostluk kurabileceğimizi düşünürüz. Bunun bir yanılgı olma ihtimali çok yüksektir. Ama bunun kararını ancak başka ortamlarda görüştüğünüz ya da başka konularda söyleştiğiniz zaman verebilirsiniz. Kurmayı düşündüğünüz dostluk veya bazen iş ilişkisi hiç ummadığınız bir biçimde uçup gidebilir. Çünkü sizin görüştüğünüz ortamın altından çok sular akıp gitmiş olabilir.

Çok iyi bir dostumuz olan falanca ağabeyimiz veya arkadaşımızla tadına doyulmaz sohbetler yapmışızdır ve yıllardır tanırız birbirimizi ama birlikte bir iş yapmaya kalkıştığımız zaman nelerle karşılaşırız kim bilir?

Güzel taşlar ve sevimli canlılardan daha zordur insan ilişkileri, hatta zorluk derecesi çok çözümlü diferansiyel denklemler gibidir. Bazen ilk çözümü görür ve bunun tek çözüm olduğunu sanıp başka çözümlerin varlığını yok sayarız. Daha da kötüsü bu çözümün tek olduğuna inanır, bunu iddia ile savunuruz, yaşayıp doğruluğunu kanıtlamadan. Tatil köyündeki yakışıklı garsonun kibar yaklaşımı, ofisine ziyaretine gittiğimiz arkadaşımızın güzel sekreterinin gülümseyen bakışları yerlerinde güzeldirler. Aynen taşın yerinde güzel olduğu gibi. Yanlış algılanabilecek kavram onların davranışları ile tüzel kişiliklerinin diğer kişi tarafından karıştırılması noktasındadır. Çoğu zaman yer ve kimliği yanlış konumlandırma eylemi insanları temelden yanıltabilir. Yardımcısı ile ilişkiye giren amir, arkadaşının sevgilisinin cazibesine kapılan kadın, konumlandırma yer, güzellik, davranış, kimlik konularını karıştırıp olayın dışından bakmayı düşünmeden ve kendi durumunu iyi tartmadan, değerlendirmeden harekete geçtiği zaman denklemin çözülemezliğine adım atmakla kalmaz, başlarına gelecek olumsuzlukları kendi elleriyle (onlar gönülleriyle olduklarını zannetseler de, elleriyle) planlamış olurlar. Belki de yersiz algı, aldatıcı bir sezgi yaratır, o da olması muhtemel olmayan sevgiyi davet eder ve insanlar yanılırlar.

Sonra ilk çarpıcılığından uzaklaşan değerli taşları (eh siz anlayın bu taşların ne olduğunu artık) elden çıkarmak, deniz taşlarını sokağa atmak kadar kolay olmayabilir. Bu taşların değersiz olduğunu savunmak, onları suçlamak ya da onlar hakkında yakınmaya başlamak ise kişiye hiçbir şey kazandırmayacak, teselli bile olamayacaktır.

Ne demişler: ”Ben güzeli neyleyim güzel benim yanımda güzel olmayınca”.

Fuat Yalçın